Kuzey Kıbrısı neden tanımıyoruz?!

kktcBenim bu kez hakkında konuşmak istediğim konu belki de büyük anlamda bakırsak, bütün Türk dünyasıyla, gönüllerde yaşattığımız Turanla bağlıdır.

Hepimiz görüyoruz ki, bugün dünyada gruplar açıkça görünmektedir. Ayrı ayrı güçler kendi amaçlarına ulaşmak için bütün güçlerini bir yere koyuyor, aynı duruyorlar ve sonuçta galip gelerek amaçlarına nail olabiliyorlar. Büyük güçlerin bu planları ise esasen Müslüman dünyasına, biraz da somut söylersek, Türk dünyasına yöneliktir. Bugün dünyanın hiçbir ülkesi yoktur ki, oradaki Türkler karşısında sorunlar yaratılmasın. Bu, herhangi toprak anlaşmazlığı, etnik tartışmalar ve diğer engeller şeklinde olabiliyor. Türkiye’de etnik temelli çatışmalar, Azerbaycan’ın arazı bütünlüğünün bozulması, muhtar Türk cümhuriyyetlerinde yaşayan soydaşlarımızın haklarının kaba şekilde ihlal edilmesi ve bu gibi diğer olgular tüm dünyada biz Türklere karşı ayrımcılık politikasının yapılmasından haber verir.
2012 yılında yaşıyoruz, ama düşünün ki, İran gibi bir devlette 40 milyona yakın Azerbaycan Türkü var, ama tek bir tane bile Azerbaycan dilinde orta okul, üniversite faaliyet göstermiyor, Türkler kendi ana dillerinde gazete, dergi veya televizyona sahip değillerdir. Sizce bundan daha büyük haksızlık olabilir mi? Hani ya dünyanın insan hakları deyip de bağıran demokratları? Sadece Arap ülkelerindeki doğal kaynaklara ilgiden dolayı bu ülkeleri işgal etmekten başka bir işleri var mı acaba onların?

Ana konuya geçmek isterim. Bugün Türk dünyasının ayrılmaz bir parçası olan, Yavru Vatan dediğimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var ve bu devlet bütün dünya ile yüz yüze tek başına duruyor. Ne iyi ki Türkiye var! En acınacaqlısı da odur ki, kardeş deyip bağrımıza bastığımız Kuzey Kıbrıs’a kendimiz de yardım edemiyoruz. Bırakın yardımı, böyle bir ülkeyi tanıyacak kadar cesur bile değiliz. Kendimize ait sebeblerimiz de var.
Ben geçen yıl içinde birkaç kez Kuzey Kıbrıs’ta oldum. Bu ülkenin bütün şehirlerini karış karış gezdim. Orada yaşayan insanların hangi şartlar altında var olmak mecburiyetini de kendi gözlerimle gördüm. İstiyorum sizleri de bu gerçeklerle tanış edeyim. Gelin, Kuzey Kıbrıs’taki kardeş ve bacılarımızın hangi tarihten geçtiklerine göz atalım. Ve bugün adadaki Türklerin hangi zor şartlar altında yaşamaya mahkum edildiklerini gerçek tarihi olgu ve rakamlarla tanıyalım.
Kıbrıs Türk halkı 1960 ortaklık Cumhuriyeti’nden Kıbrıslı Rumlar tarafından silah zoruyla atıldıkları 1963 yılından bu yana dünyada başka hiç bir ülkeye uygulanmayan ağır ambargo ve izolasyonlar altında yaşamaktadır.
1963 Rum silahlı saldırıları sonrasında 103 Türk köyü boşaltılmış ve Kıbrıslı Türkler anavatan Türkiye’nin garantörlük anlaşmasının verdiği yetkiye dayanarak müdahale ettiği 1974 yılına kadar gettolarda çok ağır koşullar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından Kıbrıslı Türklere karşı 46 yıl önce başlatılan tecrit politikası hala devam etmekte, Yunanistan’ın da desteğiyle Kıbrıs Türk halkının ve kurumlarının dünya ile siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve spor alanlarını da kapsayan her türlü irtibatı engellenmektedir. Uluslararası toplumun Rum Yönetimi’ni “tüm Kıbrıs’ın yasal hükümeti” olarak görmesi ve Rum tarafının yapmakta olduğu propagandalar, ambargo ve izolasyonları etkin hale getirmekte ve tüm dünya adil olmayan bu tecrit politikasının bir parçası olmaktadır. Oysa ki Kıbrıslı Türklere ambargo uygulanması veya tecrit edilmeleri yönünde herhangi bir Birleşmiş Milletler kararı bulunmamaktadır.
Şüphesiz ki devam eden haksız izolasyonlar Kıbrıs Türk halkının başta ekonomik kalkınması olmak üzere her alanda gelişmesini ve dünya ile bütünleşmesini engellemekte, iki taraf arasında kapsamlı bir anlaşmaya varılması amacıyla devam eden görüşme sürecini de olumsuz etkilemektedir.
Kıbrıs Türk halkına uygulanan haksız ambargoların en önemlilerinden biri GKRY’nin engellemeleri nedeniyle Türkiye dışındaki ülkelerden KKTC’ne doğrudan uçuşların yapılamamasıdır. KKTC’ne yapılan tüm uçuşlar Türkiye’de zorunlu iniş yapılarak gerçekleşmektedir. Bu durum ise uçuş maliyetlerinin artmasına ve zaman kaybına neden olmaktadır. Azerbaycan’la KKTC arasında gelişen iyi ilişkiler çerçevesinde ilk kez 2005’te Bakü’den özel bir havayolu şirketi KKTC’ne direkt uçuş gerçekleştirmiştir. Rum tarafının baskıları nedeniyle ne yazık ki uçuşlar devam edememiştir.
KKTC ekonomisine en büyük darbeyi ise yine GKRY’nin girişimiyle Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (ABAD) 1994 yılında KKTC’den AB ülkelerine yapılan ihracatta menşe belgeleri ve sağlık sertifikalarının “Kıbrıs Cumhuriyeti makamları” tarafından verilmesi zorunluluğu getirmiş olmasıdır. ABAD’ın bu kararı AB ülkelerine yapılmakta olan konfeksiyon ve narenciye ihracatını durdurmuş, tüm ihracat ve KKTC ekonomisine büyük darbe vurmuştur.

Her zaman barıştan ve çözümden yana olan Kıbrıs Türk halkı bu yündeki iradesini 2004 Nisan ayında iki tarafta eş zamanlı olarak gerçekleştirilen referandumda Birleşmiş Milletler Kapsamlı Çözüm Planı- Annan Planı’na, Plan nüfusun büyük bir kısmının üçüncü kez göç etmesi gibi önemli fedakarlıklar öngörmesine rağmen %65 çoğunlukla “evet” diyerek bir kez daha göstermiştir. Kıbrıslı Rumlar ise Planı %76 oyla reddetmiştir. Bu gelişmeden sonra da GKRY’nin Kıbrıs Türk halkına yönelik tecrit politikası ne yazık ki etkin bir şekilde devam edebilmiştir.
Hatırlanacağı üzere, referandumun hemen sonrasında Avrupa Birliği Konseyi 26 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıslı Türklere yönelik kısıtlamaların kaldırılması yönünde taahhütte bulunmuş, daha sonra ise iki taraf arasındaki ekonomik dengesizliği ortadan kaldırmak ve çözüme yardımcı olmak amacıyla Yeşil Hat Tüzüğü, Mali Yardım Tüzüğü ve Doğrudan Ticaret Tüzüğü olarak adlandırılan Tüzükleri hazırlatmıştır.
Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan da 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların gereksizliğinin ve haksızlığının altını çizerek, izolasyonun sona erdirilmesi çağrısında bulunmuştur.
Bu gelişmelere paralel olarak, Avrupa Konseyi ve İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) de izolasyonların kaldırılması yönünde Kararlar almış, İKÖ’nün 2004’ten bu yana yapılan Zirve ve Dışişleri Bakanları Toplantılarında üye ülkelere Kıbrıslı Türklerle temas ve ilişkilerin geliştirilmesi çağrısında bulunulmuştur.
Kısıtlamaların kaldırılması yönünde yukarıda izah edilen Kararlar ve çağrılara rağmen GKRY, AB üyesi olmanın getirdiği avantajı da kullanarak izolasyonun devam etmesi için çabalarını yoğunlaştırarak sürdürmüştür. KKTC’nin AB ülkeleriyle doğrudan ticaret yapmasına olanak sağlayacak olması bakımından Kıbrıs Türk halkı için diğer iki tüzükten çok daha önemli olan Doğrudan Ticaret Tüzüğü GKRY’nin veto etmesi nedeniyle hala beklemektedir.

GKRY’nin engellemeleri temel insan hakkı olan ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’yla Kıbrıslı Türklerin yetkisine bırakılan eğitim ve spor gibi konularda dahi etkin bir şekilde devam etmektedir. Örnek verilecek olursa, KKTC’deki Çetinkaya Futbol Takımı ile ingiliz Luton Town Futbol Takımı arasında 11 Temmuz 2007 tarihinde Lefkoşa’da yapılması planlanan dostluk maçı GKRY’nin Uluslararası Futbol Federasyonu-FIFA ve İngiliz hükümeti nezdindeki girişimleri sonucunda son anda gerçekleşememiştir.
Benzer şekilde, KKTC’de mevcut altı üniversite ve bu üniversitelerde okuyan öğrenciler GKRY’nin engellemeleri nedeniyle Bolonya Sürecinde Erasmus/Sokrates programlarında yer alamamaktadırlar. Takdir edileceği üzere, Kıbrıs Türk gençliğinin kendi sorumlulukları dışında olan gelişmelerden dolayı bu şekilde cezalandırılmaları kabul edilebilir değildir.

28 yıl aradan sonra Eylül 2007’de yeniden başlatılan Gazimağusa-Lazkiye feribot seferleri de GKRY tarafından Suriye makamları nezdinde girişim yapılmak suretiyle durdurulmak istenmiş, ancak Suriye’nin kararlı duruşu neticesinde başarılamamıştır. Kıbrıs Rum yönetimi bunun üzerine konuyu AB’ye götürmüş, fakat AB’den de destek bulamamıştır. AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn Rumların konuyla ilgili şikayeti üzerine Kuzey Kıbrıs’taki deniz limanlarının kullanılmasında herhangi yasal bir engelin bulunmadığını açıklamıştır.
Devam eden Gazimağusa-Lazkiye feribot seferlerine 25 Ağustos 2009 tarihinden itibaren Tripoli/Lübnan destinasyonunun da eklenmesi üzerine Rum Yönetimi bu kez GKRY Cumhurbaşkanı Demetris Hristofyas başkanlığında bir heyetle Beyrut’a giderek seferleri engellemeye çalışmış, daha sonraki günlerde ise Lübnan’daki “Daily Star” gazetesine Lübnan halkını tehdit eden ilanlar vermiştir.
GKRY’nin akıl almaz girişimleriyle Kıbrıs Türk halkına her alanda uygulanmakta olan insanlık dışı ambargoların ne yasal ne de vicdani bir dayanağı bulunmaktadır. Kıbrıs Türk halkının uluslararası toplumdan beklentisi referandum öncesi ve sonrasında verilen sözlerin tutulması ve haksız izolasyonlara son verilmesidir. Unutulmamalıdır ki, izolasyonların kaldırılmasıyla çözüme giden yolun önündeki büyük engel de kalkmış olacaktır.
Kıbrıs sorunu, Batı ülkelerinin uluslararası camianın sorunlarına yaklaşılmasında sergiledikleri çifte standart politikasının çarpıcı bir örneğini oluşturuyor.
Batılı ülkeler Sırplar tarafından zulme uğradıkları gerekçesiyle Kosovalıların bağımsızlığını tanımak için yarışırken, Kıbrıslı Türklerin adanın kuzeyinde kurdukları devleti tanımayı reddediyor. Oysa, Kıbrıs Türkü, Kıbrıslı Rumlardan, Kosova halkının Sırplardan çektiğinin kat kat fazlası asimilasyon, zulum ve baskı gördü.
Kıbrıs adasının Türk kesiminde bulunan toplu mezarlıklar, Kıbrıslı Türklerin maruz kaldığı ve Kıbrıslı Rumlarca işlenen topluca yok etme eylemlerinin en güçlü kanıtı değil midir? O zaman bu durum neden Kıbrıs Türk tarafına, güvenli sınırlar içinde bağımsız bir devlet olarak yaşama hakkını tanımasın?
Kaldı ki, Kıbrıslı Türkler, bağımsız bir devlet kurma hakkından feragat etme derecesine varacak kadar taleplerinde esneklik gösterdiler. Nitekim, Kıbrıslı Rumlarla tek devlet altında yeniden birleşmeyi kabul ettiler. Buna tek koşul olarak adada barış ve güvenin garantör ülkeleri sıfatıyla Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin 1960 yılında imzaladığı Kıbrıs’ın bağımsızlık anlaşmasında yer alan siyasi haklarının güvence altına alınmasını istediler. Ancak, Kıbrıs Rum tarafı, bu haklarını tanımayı reddediyor ve onları kendi toplumu içinde eritmek için fertler olarak görmek istiyor. Böylece, binlerce yıldan beri yaşadığı adada nüfusun çoğunluğunu oluşturan bir halk olarak kimlikleri kaybolacak, bağımsızlık anlaşmasının öngördüğü yönetime katılım hakları ortadan kalkacak ve ardından tıpkı Grit adasında Yunanlılar tarafından kovulan Müslümanların başına geldiği gibi baskı altında tutulmaları ve adayı terk etmeye zorlanmaları kolaylaşacaktır.

Gördüğümüz gibi tüm dünya, özellikle de Hıristiyan Avrupası Türk dünyasına karşı sürdürdüyü çifte standartlar çerçevesinde Kuzey Kıbrıs’ı da baskılar altında tutmakta devam ediyor. Biraz soğuk düşünürsek, Avrupa’nın bu amacını anlamak olur. Çünkü, tarih boyunca Türk’ün gücünü gören avrupalılar XXI asır Türk’ün büyüklüğünü bir türlü kabul edemiyorlar. Onlar çok güzel anlamaktadırlar ki, Türk birleşirse, onun karşısında durmak çok zor olacak. Peki bize ne gelip, dostlar? “Türk’ün türkden başka dostu yoktur” sözünü ne çabuk unutuyoruz?! Neden kendimiz kendimize sahip çıkamıyoruz?! Neden sadece Türkiye Kuzey Kıbrıs’ı bağımsız bir devlet olarak tanıyor?! Nerede Türkmenistan, nerede Özbekistan, nerede Kırgızistan, Kazakistan. Nerede benim doğduğum Azerbaycan? Nerede bir babanın, bir annenin çocukları olan bu kardeşler?! Neden ayrı düşmüşler?!
Biliyorsunuz ki, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü bozulup. Komşu Ermenistan kendisinin Hıristiyan kardeşi Rusya’nın yardımı ile Azerbaycan’ın en güzel toprakları olan Dağlık Karabağ’ı ve ona bitişik birkaç beldeyi işgal edip, bugün Azerbaycanın yüzde 20 toprakları düşman işgali altındadır. İşte bu mevcut durumdan yedek eden Azerbaycan Kuzey Kıbrıs’ı tanımaktan çekiniyor. Ama bu da neden olamaz. Sorunun üstüne gitmek gerekir, bence. Azerbaycan görse, Kuzey Kıbrıs’ı tanıyacağı takdirde üzleşeceyi baskı ve ambargoların giderilmesinde Türk Dünyası – aynı Türkiye, Kuzey Kıbrıs, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan yakından yardım edecek, o zaman Azerbaycan da kesin seçim edebilir.
Ama herkes oturup bekliyor. Bilmiyoruz, neyi bekliyoruz ve ne kadar bekleyeceğiz, ama yine de bekliyoruz. Bence zaman bizim ziyanımıza çalışıyor. Bence, Kuzey Kıbrıs’ı tanımalı, bunun için bütün gücümüzü seferber etmeli ve bundan sonra üzleşeceyimiz tüm engellere karşı da ortak mücadele etmeliyiz. Hele bizim Tebriz gibi derdimiz var. Şimdi bir düşünün: Kuzey Kıbrıs boyda küçük araziye ve nüfusa sahip bir memleketi kurtaramıyoruzsa bu zülmetlerin elinden, ya o zaman biz Güney Azerbaycan gibi bir devi nasıl kurtarıcaz İran rejiminin caynağından? Bence düşünmeye değer. Ama yine tekrar ediyorum: zamanımız çok azdır!

Dr. Ahmet Şahidov